Hakkımızda
Bilindiği gibi “kalkınma”, her dönemde “yoksulluğu” gidermek ve toplumun refah düzeyini yükseltmek için, ülke ve siyasi tercihlere göre değişen politika ve stratejiler benimsenerek gerçekleştirilmektedir. Refah seviyesi daha yüksek bir yaşam ve daha eşit bir paylaşımı amaçlayan bu çabalar öngörülen hedefleri sağlayamamakta, yoksulluğun azaltılması ve dengeli kalkınma istenilen düzeyde gerçekleştirilememektedir.
Ülkemizdeki kalkınma çabalarına yönelik farklı dönemlerde etkisini gösteren belirli paradigmalar bulunmaktadır. Örneğin 1960’lı yıllarda kırsal alana yönelik başlatılan “toplumsal kalkınma” çalışmaları merkezi planlamadan tabana yönelik bir yaklaşımı benimsemekte, kentten köye yönelik bir kalkınma hamlesi öngörmektedir. Sanayi alanına yönelik kalkınma çabalarında ise “ithal ikamesi” olarak adlandırılan bir yaklaşım benimsenmiştir. 70’li yıllar bu sürecin devam etmesini sağlamış olsa da, başta petrol kriziyle birlikte daralan bir ekonomiyi gündeme getirmiştir. Ayrıca bu dönem “köy-kent” yaklaşımının benimsendiği ve bazı uygulamalarının gerçekleştirildiği dönem olarak da adlandırılabilir.
80’li yıllar ise “dışa açılma” ve dünya ile “entegre” olma dönemi olarak nitelendirilebilir. 90’lı yıllar “küreselleşme”nin hemen hemen her sektörde etkisinin görülmeye başlandığı yıllar olarak değerlendirilmektedir. Bu kapsamda özelleştirme, Dünya Bankası ve IMF politikaları, AB uyum süreci, uluslararası antlaşmalar kalkınma sürecinde belirleyici olmuş; sermaye ve malların küreselleşmesi döneme damgasını vurmuştur. Bu dönem devletin kalkınma sürecinden yavaş yavaş çekilmesi ve bu alanı özel sektöre terk etmesi olarak da adlandırılabilir.
Türkiye özelinde son 20 yıllık süreç, kırsal ve kentsel kalkınmaya yönelik uluslararası bir entegrasyon ve işbirliğinin gündeme geldiği dönemdir. Bu kapsamda bölgesel kalkınma çalışmaları planlanmış ve uygulamalara başlanmıştır. Erzurum Kırsal Kalkınma Projesi, Çankırı-Çorum Kırsal Kalkınma Projesi, Yozgat Kırsal Kalkınma Projesi, Güneydoğu Anadolu Projesi, Muş-Bingöl Kırsal Kalkınma Projesi, Ordu-Giresun Kırsal Kalkınma Projesi, Yukarı Fırat Su Havzası Rehabilitasyon Projesi, Zonguldak-Bartın-Karabük Gelişme Projesi bunlar arasında sayılabilir. Ayrıca Yeşilırmak Havzası Gelişme Projesi, Doğu Anadolu Projesi (DAP) ve Doğu Karadeniz Kalkınma Projesi (DOKAP) yakın dönem faaliyetleri arasında bulunmaktadır.
Bu tür projeler daha çok kamu tarafından hazırlanmakta ve kredili veya hibe şeklinde uluslararası finans veya yardım kuruluşları tarafından desteklenmektedir. Genel bir değerlendirme yapılırsa bu projelerde kamunun geleneksel planlama ve uygulama yaklaşımı sonucu öngörülen başarı yakalanamamaktadır. Ayrıca Türkiye’de büyük ölçekli projelerde yararlanılmak üzere denenmiş ve geçerliliği, tekrarlanabilirliliği kanıtlanmış modellerin yetersizliği bulunmaktadır. Bununla birlikte hem kırsal hem de kentsel kalkınma kapsamında gönüllü/sivil toplum kuruluşlarının sayısal ve niteliksel yetersizliği söz konusudur.
Günümüzde, kalkınmanın sürdürülebilirliği kavramı ortaya çıkmış ve sosyal, ekonomik ve çevresel sürdürülebilirliklerin genel kalkınma politikaları ve projelerine dahil edilmesi gerektiği fikri ortaya çıkmıştır. 1992 yılında Rio’da gerçekleştirilen Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesi ile başlayan ve her alanda sürdürülebilirliğin sağlanmasına yönelik uluslararası çabalar, yeni yüzyıla girdiğimiz bu günlerde Birleşmiş Milletler Milenyum Kalkınma Amaçları’nın açıklanması ile sürmektedir. Bu amaçlar arasında aşırı yoksulluğun ve açlığın yok edilmesi, cinsiyet ayrımcılığının ortadan kaldırılması, anne ve çocuk sağlığının geliştirilmesi, kadınların etkinliğinin artırılması ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması ve kalkınma için küresel işbirliğinin sağlanması vardır. Kalkınma Atölyesi’nin temel amaçları, Birleşmiş Milletlerin Milenyum Kalkınma Amaçları ile örtüşmektedir.
Kalkınma Atölyesi Kooperatifi, ülkemiz kalkınmasında böyle bir boşluğu doldurmaya ve her ölçekteki projelerin sürdürülebilir, tekrarlanabilir ve başarılı olmasına katkı sağlamak amacıyla kurulmuş bir kuruluştur. Çalışma sistemi, örgütlenme yapısı, deneyimlerin paylaşılmasına yönelik birlikte üreten ve paylaşan bir geleneğin oluşturulması ve bu kapsamda kültürel bir oluşum ortaya koymayı öngörmektedir.